En Seksi 100

31 Mart 2008 Pazartesi

Empire dergisi sinema dünyasının en seksi 100 kişisini belirlemiş. Kadın erkek karışık bir liste olması itibari ile bana pek de iç açıcı gelmedi. Ama yine de listeyi vermek düşer. Kendi beğenilerimi işaretledim tabiki. Fotoğraflarını görmek isterseniz yazının en altına link vereceğim. :)

100 Mary Elizabeth Winstead
99 Chris Evans
98 Brigitte Bardot
97 Thandie Newton
96 Lucy Liu
95 James Dean
94 Isla Fisher
93 Zac Efron
92 Catherine Deneuve
91 Jamie Foxx
90 Elizabeth Taylor
89 Clint Eastwood
88 Sienna Miller
87 Warren Beatty
86 Jane Fonda
85 Al Pacino
84 Katherine Heigl
83 Alan Rickman
82 Susan Sarandon
81 Tom Cruise
80 Sarah Michelle Gellar
79 Heath Ledger
78 Sofia Loren
77 Richard Gere
76 Uma Thurman
75 Ryan Gosling
74 Sigourney Weaver
73 Javier Bardem
72 Gary Oldman
71 Lauren Bacall
70 John Cusack
69 Viggo Mortensen
68 Rachel McAdams
67 Ryan Reynolds
66 Sandra Bullock
65 Gael Garcia Bernal
64 Eva Mendes
63 Reese Witherspoon
62 Audrey Tautou
61 Eric Bana
60 Liv Tyler
59 Rita Hayworth
58 Will Smith
57 Julia Roberts
56 Megan Fox
55 Jason Statham
54 Jennifer Connelly
53 Robert Redford
52 Jennifer Aniston
51 Clark Gable
50 Penelope Cruz
49 Sean Connery
48 Cary Grant
47 Cameron Diaz
46 Harrison Ford
45 Catherine Zeta-Jones
44 Bruce Willis
43 Rosario Dawson
42 Steve McQueen
41 Nicole Kidman
40 Ewan McGregor
39 Grace Kelly
38 Denzel Washington
37 Rachel Weisz
36 Leonardo DiCaprio
35 Monica Belluccci
34 Russell Crowe
33 Michelle Pfeiffer
32 Jake Gyllenhaal
31 Cate Blanchett
30 Marlon Brando
29 Charlize Theron
28 Keanu Reeves
27 James McAvoy
26 Emma Watson
25 Clive Owen
24 Salma Hayek
23 Daniel Radcliffe
22 Kate Beckinsale
21 Orlando Bloom
20 Kate Winslet
19 Paul Newman
18 Anne Hathaway
17 Matt Damon
16 Jessica Biel
15 Hugh Jackman
14 Marilyn Monroe
13 Christian Bale
12 Halle Berry
11 George Clooney
10 Gerard Butler
9 Keira Knightley
8 Scarlett Johansson
7 Brad Pitt
6 Eva Green
5 Johnny Depp
4 Jessica Alba
3 Daniel Craig
2 Natalie Portman
1 Angelina Jolie

FOTOĞRAFLAR :))

25 Saat

Duyduk duymadık demeyin günler artık 25 saat olacak. Sanmayın ki ben Cem Uzan kişisinin yandan yemiş haliyim. Bu açıklama Uzan yamuğundan değil bizzat bilim adamlarından gelmiş. Dünyanın dönüş hızının yavaşlaması dolayısıyla günler artık 24 saatten fazla sürüyormuş. Zaten hesaplamalarla 100 milyon yıl önce bir günün 23 saat, 530 milyon yıl önce de 21 saat olduğunu kanıtlamışlar. Neden mi böyle bir etki var dünya üzerinde? Cevap basit Ay'ın çekim etkisi...

Apollo 440

30 Mart 2008 Pazar

İnanılmaz eğlenceli dinlerken insanın içini kıpır kıpır ettiren bir parça.

FORUM!!!

Arkadaşlar neden bu foruma hiç yazı yazılmıyor ya. İngilizce diye şikayet etmeye gerek yok. 'POSTREPLY' düğmesine bastığınız zaman cvp yazma bölümü geliyor. Yazınızı yazıp 'SEND' butonuna (sayfanın en altında) bastığınızda herşey bitmiş olacak. Ayrıca üyelik de sadece 20 saniye sürüyor. Lütfen BAŞKA forumlara yazacağınıza KENDİ forumumuza sahip çıkalım. Yazılarınızı bekliyoruz. Ayrıca forum içinde anlamadığınız bişey olursa 'YARDIM KONULARI' başlıklı konuda gerekli açıklamaları bulabilirsiniz. Şimdiden teşekkürler...

NOT:

'YARDIM KONULARI' başlığı ; 'BLOG KONULARI' başlığının içindedir.

Sayısal Loto

29 Mart 2008 Cumartesi

Koş vatandaş koş sayısal devretmiş. Hem de 1,5 milyon YTL. Hemen oyna sen de kazan. Bu da iddaa sloganı gibi oldu ama neyse. Kampanyamız yarın akşam saatlerinde sona ermekte olup stoklarımız sınırlıdır.

Japonlar Ya Da Caponlar

Bu japonlara akıl sır ermiyor valla. Önce git uzay istasyonunda bumerang salla sonra ottan boktan biyoyakıt yap. Şimdi de yetmezmiş gibi uzayda kağıt uçak uçuracaklarmış. Ahada haberin tamamı:


Tokyo Üniversitesi laboratuvarında yapılan deneylerde kullanılan 7 santimetre boyundaki kağıt uçaklar 7 “mach” (ses hızının yedi katı) hıza ve 200 santigrad derece sıcaklığa dayandı.Bu şartlar, uzay araçlarının atmosfere girerken karşılaştığı şartlara benziyor. Kimyasal süreçlerden geçirilerek sıcağa ve hıza dayanıklı hale getirilen kağıttan yapılan uçaklarla yürütülen deneyler başarılı oldu.Uzay yetkilileri, kağıt uçağın atmosfere girişinin, yeni uzay araçları geliştirilmesi konusunda yepyeni fikirler geliştirilmesini sağlayabileceğini düşünüyor.JAXA yetkilileri, kağıt uçak deneyini üç yıla kadar yapmayı düşünüyor.Bir yetkili, “En büyük sorunumuz, kağıt uçağın nereye ineceğini bilemememiz. Atmosfere girer girmez rüzgarla savrulacaktır” dedi ve uçağı yerde bulabilmek için ya üzerine minik bir verici takacaklarını ya da çeşitli dillerde “Bulursanız bize haber verin” diye yazacaklarını söyledi.

Uğur Gürsoy

28 Mart 2008 Cuma

Yiğit Özgür ve Umut Sarıkaya'nın taşıdığı (Erdil Yaşaroğlu da bu listededir) karikatürde liderlik apoletini yakın zamanda devralması muhtemel inanılmaz gözlemci çizer. Hele bir Fırat'ı vardır ki belki de son 10 yıl içerisinde çizilmiş en güzel karikatür serisidir. Misal:
ya da;

Umut Sarıkaya

Kimileri fazla küfür ettiği için beğenmeyebilir tarzını ama şunu da unutmamak lazım ki hangimiz etmiyoruz. Türk milleti küfür eden hatta bununla gurur duyan bir millettir. Herneyse saptım yine konudan velhasılkelam bu umut amcanın bir karikatürleri var enfes. misal: Lise dö Sen Benuğa Çeliktepe Cengizhan Lisesi maçı karikatürü...Hayır sadece karikatür çizmiyor bu adam acayip detaylara dikkat ederek çiziyor. Misal bazı detaylar:
* Çeliktepeli topçunun kramponun içine giydiği baklava desenli çorap

* Çeliktepeli taraftarların bulunduğu tribünde hocalara çaktırmadan sigara içme çabasında olan yaşı geçmiş öğrenci

* Ve gene aynı tribünde davul çalan gencin solundaki öğrencinin kolunun altından sadece kafası gözüken (muhtemelen abilerini desteklemeye gelmiş çeliktepe genci) ufak çocuk

* Sen Benuğa Lisesi'nin marşına başlangıç için öğrencinin verdiği "bir...ki ha bir ki üç dört" girizgahı

* Cengizhan Lisesi oyuncularının formalarında az da olsa bir gelir elde etme umudu ile reklam için ayrılmış bir bölüm vardır. Ancak bekledikleri olmamış, kimse Çeliktepe Cengizhan Lisesi'ne reklam vermemiş, formanın ortası bembeyaz kalmıştır. Lise dö Sen Benuğa (İstanbul) Lisesi formasında ise reklam yeri tabi ki yoktur, cillop sarı lacivert formaları kusursuzdur, Barcelona tadı yakalanmak istenmiş, reklamdan gelecek iki kuruş paraya çeliktepe Cengizhan Lisesi gibi ihtiyaçları olmadıkları gösterilmiştir

* Cengizhan Lisesi taraftarlarının (Lise dö Sen Benuğa (İstanbul)'lu izleyicileri boğaza bıçak haraketi yaparak tehdit eden abi hariç) neredeyse hepsinin gözleri tezahürata büyük bir şevkle ve hiddetle asılmanın sonucu kapalıdır, maçı izlememektedirler, sadece bağırmakla meşguldürler. oysa Lise dö Sen Benuğa (İstanbul) izleyicileri, gördükleri korkunç manzara, duydukları 'hımpss hımffs .m kokuyor' cümlesi ile dehşete düşmüş, korkudan gözlerini dört açmışlardır.

Yiğit Özgür

27 Mart 2008 Perşembe

Türkiye'nin en sağlam karikatüristlerindendir kendisi. Oku oku gül kıvamında bir adamdır. Resimde verdiğim karikatür ise bana göre bu güne kadar ki en iyisidir.

Pentagram

Dile kolay 20 yıl. Efsane metal grubu pentagram kurulduğundan beri geçen süre tam 20 yıl olmuş. Kimler gelip geçmedi ki bu grubun içinden. Kuşkusuz en bilinenleri Ogün Sanlısoy ve Demir Demirkan. Efsane grup 20 yıllık serüvenlerinin geçtiği bir konser dvdsi çıkarmış adını da 1987 koymuşlar. Grup üyeleri Murat İlkan, Cenk Ünnü, Metin Türkcan, Hakan Utangaç ve Tarkan Gözübüyük. Detaylı bilgi.

Youtube

26 Mart 2008 Çarşamba

Bildiğiniz üzre ya da şimdi öğrenmek üzeresiniz youtube denen site ülkemiz sınırları içerisinde yasaklandı ki bu 46.582.109uncu kez gerçekleşiyor. İşin ilginç yanı bu sefer baya uzun sürdü. Şimdi aç kulakları dinle ey okuyucu ya da gözlerini aç izle ey dinleyici vereceğim linkler yardımıyla youtube hizmetinden yararlanabileceksiniz ve evet Zeki Müren de bizi görecek.
ktunnel
yettibe

Edit: Sitemiz bir sonraki kapanışa kadar açılmıştır vatana millete google'a hayırlı olsun...

Biyoyakıt

Japon bilimadamları bozuk süt ve çürümüş deniz anasından biyoyakıt yapmışlar. Baba işiniz gücünüz yok mu sizin ya. Ne ayaksınız anlamadım gitti. Ulan önce şeker kamışımızı elimizden aldınız şimdi de büyük zevkle mideye indirdiğimiz bozuk sütlerimize mi el atacaksınız. Bu arada BİYOYAKIT.

Megan Fox

23 Mart 2008 Pazar

16 mayıs 1986 doğumlu bana göre dünyanın en güzel bayanlarından birisi. En bilinen filmi kuşkusuz transformers. Kendisine bak bak sevap kazan o derece bir insan.

Bumerang

22 Mart 2008 Cumartesi

İlginç alettir şu bumerang. Hani atıldığı noktaya geri dönen Aborijin icadı. Adamın oğlu japon (Takao Doi) gitmiş uzay istasyonunda denemiş dönecek mi diye. Ve evet dönmüş bu çılgın alet. Almak isteyen Türkiye şartlarında zor bulunan bir alet olması nedeniyle firizbi alsın olmadı burayı bi deneyin.

Elbisedeki silahı gösteren cihaz

19 Mart 2008 Çarşamba

İngiliz şirketi ThruVision, elbisenin içinde gizlenen silah, uyuşturucu ve patlayıcıları 25 metreden gösterebilen bir kamera geliştirdi.

Yorumum: Ulan adamlar yapıyor. Yakında çıplak gösteren gözlük yaparlarsa da şaşırmam hani. Belki de yaptılar da biz bilmiyoruz. :))

Komedi Dükkanı

16 Mart 2008 Pazar

Birçoğumuz daha evvel en az bir kez izlemiştir Tolga Çevik'in bu harika keşfini. Salih Kalyon'la birlikte inanılmaz bir program yapmaktaydı tv8 ekranlarında. Evet yanlış okumadınız yapmaktaydı dedim çünkü artık program trt-1'e geçti ve asıl sorun Salih Kalyon bundan böyle olmayacak. Yani bildiğimiz sevdiğimiz Komedi Dükkanı kabuk değiştirecek. Tolga Çevik'in yeteneğinden zerre şüphem yok ancak şu da bir gerçek ki biz programı bu şekilde sevdik. Geri dön Salih abi. Yine bize 10 saniyede şiir yaz. :))
www.komedidukkani.tv

2008 ÖSS soruları

15 Mart 2008 Cumartesi

1-) bir genç kıza günde ortalama 27 kişi evlenme teklif etmektedir. Bunların bir kısmı zaten evli olduğu düşünülürse, amaçlarının gönül eğlendirmek olduğu açıktır. Normal şartlarda bir gönülün eğlenmesi 48 saat sürdüğüne göre, kızın abisinin günde ortalama 10 adam dövmesiyle bir yılsonunda kaç bekâr adam dayak yememiş olur?

a. 42 adam
b. 570 adam
c. birkaç iyi adam
d. sadece, dünyayı kurtaran adam
e. hepsi

2-) matematikte 3.14 sayısına "pi" denir. Bu sayının karesi olan 9,8596'ya ise "pipi" denir. Bu böyle kendiyle çarpıla çarpıla, terbiyesizliğe kadar gider. İlk bakışta vasıfsız gibi görünen 7,98 sayısına ise ne denir.
a. tül sayısı
b. hin sayısı
c. bön sayısı
d. hirs sayısı
e. karekök (yanıltma şıkkı)

3-) a kentinden yola çıkan bir çift katlı otobüs, b kentine vardığında tek katlı olmustur. Aynı anda ç kentinin f ilçesine bağlı k nahiyesinden yola çıkan bir midibüs ters yöne girerek hız sınırını geçmiş ve p ülkesine gitmiştir. Her iki aracın saatte 90 kiloamper hızla yol aldığı varsayılırsa, iki aracın t şarampolünde karsılaşmaları ne zaman gerçekleşir?
a. 2001 sonbaharı
b. 2001 ikindi vakti
c. 2013 milenyumu
d. 2008 bir pazar sabahı
e. hepsi

4-) birbirini birkaç kez kesen iki doğrunun arasında mutlak bir gerilim vardır ve bunları barıştırarak üçgen oluşturmak isteyen üçüncü doğrunun çabaları boşunadır. Matematikte bu kurala ne denir?
a. hakkinen metodu
b. prenses stephanie prensibi
c. tuğrul abi yöntemi
d. buruşma
e. hepsinden biraz

5-) bir üçgenin dik köşesi o kadar uzundur ki, bu üçgen zaman zaman prizma, bazen de beşgen gibi görünmektedir. Buna geometride ne denir?
a. hipoteneffüs
b. müthiş yanılsama
c. yalan
d. hipopotem
e. hepsi

6-) a kenti ile e kenti arasında dört harf vardır. A kentinden yola çıkan bir kamyonet, l kentine vardığında tır olmaktadır. Her iki kent arasındaki uzaklık dekametrelerle ifade edildiğine göre f kenti neresidir?
a. bolu
b. inebolu
c. safranbolu
d. bursabolu
e. kütahya

7-) Mahmut ile nedim'in yaş toplamı 303'tür. Mahmut henüz ilkokula giden küçük bir çocuk, tosun bir yavrucak olduğuna göre nedim'in kaplumbağa olma olasılığı kaçtır.
a. 100 hektar
b. bir miktar
c. bilinmez
d. yoktur
e. hiç yoktan iyidir.

8-) Bir duruşma salonuna beş kapıdan tanık girmektedir. Bunlardan bir kısmının bir başka kapıdan çıkıp gittiği ve bir kısmının ise yalancı tanık olduğu düşünülürse kalan iki tanığın, sanığa olan uzaklıkları ne kadardır?
a. 30 dekametre
b. 815 milipipi
c. 40 haramitre
d. 102 hektomirmiç
e. hepbiri

9-) eşkenar üçgen nedir?
a. bir üçgenin dörtgen olmaya çalışmasıdır.
b. kenarların eşitliğine denir.
c. 80 derece limon kolonyası dökülmüş üçgendir
d. kenarların kübikliği söz konusu olur
e. hepsi

10-) bir köprüden bir eşek dört dakikada geçmektedir. Köprü yıkıldığında aynı eşek, aşağıdaki çağlayana yedi dakikada düşmektedir. Eşeğin sahibi, öldü sandığı eşeğine iki buçuk yıl sonra bir reklâm filminin çekiminde rastlamaktadır. buna göre, köprünün bağladığı iki belde aşağıdakilerden hangisidir.?
a. gudikköy-sahbaz yaylası
b. gudikköy - pa ovası
c. kübikköy - sahbaz yaylası
d. titizköy - sahmat vadisi
e. hepbir

11-) bir sınavda 18 soru sorulmuştur. Bu sorulardan en az 10'ünün yanıtı "c" şıkkıdır. "c" şıkkına böylesine yüklenmesine trigonometride ne denir?
a. öklitusomania
b. soruları mehmet ali hoca hazırlamıştır.
c. ne var, nesi varmış c şıkkının
d. hadi ordan
e. yapmayın beyler, hiçbiri...

12-) bir tuvalete iki çocuk işiyor. İkisi birlikte tuvaleti 2 günde doldurabiliyorlar. Büyük çocuk tek başına 3 günde doldurursa küçük çocuk kaç günde doldurur?
a) hesaplanamaz. Çünkü çocuğun pipisinin yarıçapı verilmemiş.
b) çocuk deliğe düşer. Görev tamamlanamaz.
c) 5 günde doldurur. Ama şike yaptığı ( sidiğine su karıştırdığı) için elenir.

13-) bir kutuda 3 fatih ürek, 2 aydın, 4 aldo vardır. mehmet ali erbil bu kutudan bir top çekiyor. Bu topun aydın olma olasılığı nedir?
a) kesin aydın'dır. Çünkü her taşın altından o çıkıyor.
b) top, fatih ürek çıkar ve "-mehmet ali’nin canı tarrak istiyor" der.
c) mehmet ali'nin eline bir tarrak gelir. "-bu hangi topun tarrağı?" diye sorar. Fakat kimse cevap vermez. Sonuçta tarrağın kutunun tarrağı olduğu anlaşılır.

14-) Ahmet bir işi 9 günde bitiriyor. Mehmet ise aynı işi 43 günde bitiriyor, o da yarım yamalak, tam bitmiş de sayılamaz yani. Mehmet kadar sorumsuz, lakayıt adam olamaz. haa, eğlence olsun, Mehmet hemen devreye girer. Ama iş deyince kaçar. Bu durumda Ahmet’le Mehmet beraber çalışırlarsa, o işin akıbeti ne olur?
a) ahmet, mehmet'i daha ilk gün kalasla döver!
b) ahmet işi bırakır, yük gemisine kalfa olarak binip nikaragua'ya gider!
c) mehmet hepimizi şaşırtıp işi 5 saatte bitirir! (asla olmaz boyle bişey abi!)
d) mehmet, ahmet'i de kendine benzetir, o iş yıllar yılı bitmez!
e) hepbiri

15-) bir baba, yaşları 5, 8 ve 33 olan çocuğuna 120 lira harçlık vererek, yaşları ile orantılı olarak bölüşmelerini istemiştir. 33 yaşındaki büyük çocuğun (ismini soracak olursanız Ragıp’tır) paranın büyük kısmını alacağı açıktır. Bu yaşta hiç utanmadan babasından harçlık isteyen bu kişi, işi daha da azıtıp iki kardeşine toplam 2.500 ytl. Bırakıp, geri kalanı almıştır. Bu problemdeki babaya matematikte ne denir?
a) etkisiz eleman
b) çaresiz eleman
c) ragıpsal eleman
d) ikinci evliliğini yapmış eleman
e) hayırsız oğlundan eleman dileyen eleman

16-) fizikte makara problemleri anlatılırken, konuyla ilgilenmeyip makara yapan öğrencilere ne denir?
a) silindir yarıçapı
b) iletişim sığası
c) kaynatma noktası
d) eriyik arsızı
e) çıkrık (çık dışarı'nın hızlı söylenişi gibi)

17-) periyodik cetvelle kafasına dokuz kez vurulan bir insanın kimyasında nasıl bir değişim olur?
a) sodyum fizik azalır, direnyum artar
b) sülfat anlamını yitirir
c) fosfor ürker, siner
d) alkali metaller coşku gösterir (alkalı: alakalı)
e) hiçbirisi (yaşayan bilir anlamında)

18-) bir bitkinin, güneş ışığını engelleyen bir başka bitkiyi budamaya çalışmasına ne denir?
a) fotosentez
b) fotomontaj
c) foto namık (yanıltma şıkkı)
d) eşeyli takılma
e) eşeysiz takılma (eşey şakası)

19-) aşağıdaki cümlelerin hangisinde bariz bir şive görülmektedir?
a) gurt gapan da, amanın furdu ki ne furdu!
b) ne ki olam ombudsman, niye ki hep?!
c) uyy, ne bakiysunuz ha buzaği çibu ula daa?!
d) ben vapora bineceğim! (istanbul türkçesi)
e) gel la gel, metroya binek! (türkçe istanbul'u)

20-) "italya-italyan" ilişkisi aşağıdakilerden hangisinde vardır?
a) antalya-antalyan
b) almanya-ispanyol (turist)
c) korsika-kosta rika
d) porto-porto riko
e) muğla-muğlak

Seni Seviyorum

ohebboka (arapca)
seni sevirem (azerice)
volim te (bosnakca)
obicham te (bulgarca)
woi ai ni (cince)
mi amas vin (esperanto)
duset daram (farsca)
ik hou van je (flemenkce)
je t'aime (fransizca)
ani oev otah (ibranice)
i love you (ingilizce)
te quiero (ispanyolca)
jag älskar dig (isvecce)
ti amo (italyanca)
ég elska thig (izlandaca)
aishite masu (japonca)
seni suyom (kirkizca)
te amo (latince)
ya lyublyu tebya (rusca)
eu te amo (portuguese(brezİlİan)
s'agapo (yunanca)
te dashuroj (arnavutca)
saya cinta kamu (endonezyaca)
aloha i'a au oe (havaice)
bon sro lanh oon (kambocya)
t'estim molt (katalanca)
bahibak (lubnanca)
tora dost daram (persce)
mena tanda w (zuluca)

Yehuda Amichai

İsrail tarihinin gelmiş geçmiş en önemli şairlerinden birisidir. Eserleri:
Achshav Uve-Yamim HaAharim (Şimdi ve Diğer Günlerde, 1955)
In the Park (Parkta, 1960)
Collected Poems (Toplu Şiirler, 1963)
Poems (Şiirler, 1969)
Songs of Jerusalem and Myself (Kudüs Şarkıları ve Kendim, 1973)
Amen (Amin, 1977)
Time (Zaman, 1979)
Love Poems (Aşk Şiirleri, 1981)
Shirei Yerushalayim (Kudüs Şiirleri, 1987)

Ansızın çöken o yorgunluk anına
Tutarlı düşünceler gelir yerleşir
Ve senin yanında
Bütün geceler boyunca
Dağlar sönük kalırlar
Ve kumun geniş parlaklığı
Benimle denize geri döner
Gün doğumunda.

Ve o anlarda
Sen
benimle böyle davrandığında
Tüm fabrikalar durur,
Ve işlevsiz kalırlar.

Sipru

Doğuş Holding'in online tv hizmeti. http://www.sipru.com/ adresinden indirilerek ntv, ntvspor, e2, cnbc-e, tv8, mtv türkiye, fashion tv, power turk, kanal a gibi yayınları ücretsiz olarak izlemeyi sağlar.

3D Mekanlar

12 Mart 2008 Çarşamba

Tüm Türkiye'deki birçok müzeyi üç boyutlu olarak evinizden gezebileceğiniz bir site. bilgisayarınıza indirip müzelerin çeşitli yerlerini gerektiğinde zoom yaparak gezebilirsiniz.
http://www.3dmekanlar.com/

Atatürk ve Halil Ağa

Altlarında, Nuri Conker'in bir arkadaşının arabası vardı. Eylül sonu akşamı sonbaharın tadını çıkararak, Çekmece'ye doğru gidiyorlardı.

Birden Atatürk'ün gözleri akşam güneşi altında çift süren bir köylüye takıldı. Yaşlı bir adamdı bu. Sapanının sapına iyice yapışmış, toprakları yavaş yavaş deviriyordu. Fakat çiftin bir yanında öküz, bir yanında merkep vardı. Eşit güçlerle çekilmediği için sapan yalpa yapıyordu.

Atatürk şoföre durmasını söyledi.

İndiler. Köylüye seslendi:

"Kolay gelsin Ağa!.."

Köylü bu sese başını çevirmeden karşılık verdi:

"Kolay gelsin"

"İşler nasıl Ağa? Bu yıl mahsülden yüzünüz güldü mü?"

Köylü isteksiz konuştu:

"Tanrı'nın gücüne gitmesin bey, bu yıl yufkaydı mahsül. Kabahatin acığı bizde, acığı yukarda! Biz geç davrandık, yukarısı da rahmeti esirgedi."

"Bakıyorum, sapanın bir yanında öküz, bir yanında merkep koşulu. Öküzün yok mu senin?"

"Var olmasına vardı ya, hıdrellezde vergi memurları sattılar."

"Hiç vergi memurları köylünün üretim aracını satar mı? Olmaz böyle şey! Muhtara şikayet etseydin..."

Köylü güldü:

"Muhtar başında deel miydi memurun, a bey?"

Atatürk dudaklarını dişleri arasında ezerek konuştu:

"Kaymakama gitseydin."

Köylü iyice güldü.

"Sen de benle gönül mü eyleyon beyim?" dedi.

Atatürk konuşmayı sürdürdü.

"E peki, İstanbul şuracıkta geleydin valiye anlataydın derdini... Onun işi bu değil mi?"

Köylü Atatürk'ün saflığına inanmış iyiden iyiye gülüyordu. Konuşmanın tadını çıkardığı için keyiflenmişti de biraz.

Kestirip attı:

"Bırak şu sağarı Allasen, biz onun buralardan gelip geçtiğini çok gördük. Yakasına yapışsak acep derdimizi duyurabilir miyiz?"

Atatürk sordu:

"Adın ne senin Ağa?"

"Halil... Köylük yerde sorsan, Halil Ağa derler..."

"Demek varlıklısın?.. Ağa dediklerine göre."

"Acık çiftimiz- çubuğumuz varken adımız ağa'ya çıkmış."

"Peki Halil Ağa, bu senin işin beni bayağı meraklandırdı. Benim bildiğime göre, bir çiftçinin üretim aracı elinden alınmaz. Sen aldılar diyorsun. Hadi kaymakam şöyle, vali öyle diyelim; e peki bir başvekil İsmet Paşa var bilir misin?"

"Bilmez olur muyum, beyim?"

"Tamam öyleyse, hemen her hafta İstanbul'a geliyor. Florya Köşkü'ne iniyor. Köşk de şuracıkta. Bir gün kapıda bekleseydin de derdini dökseydin ona... Herhalde çaresini bulurdu."

"Sen benim konuşmamdan hoşlaştın, gönül eyliyorsun. Ama bak şimci, tutalım gittim vardım, beni o kapıya koymazlar ya...Tutalım ki kodular, koskoca İsmet Paşa'mızı göstertmezler ya. Tut ki gösterdiler ya ona halimi nasıl yanacağım hele; o sağarın sağarı! Heç işitmez beni..."

Nuri Conker, lafa karışmak istedi, Atatürk bir hareketiyle onu durdurdu.

"E peki, bakalım bu dediğime ne bulacaksın!" dedi

"Atatürk koca yaz şuracıkta oturup duruyordu. Gitseydin, çıksaydın önüne, anlatsaydın halini. O da seni yüzüstü bırakacak değildi ya!.."

Köylü iyice keyiflenmiş, gülüyordu.

"Sen ne diyorsun bey?" dedi.

"Mustafa Kemal Paşa Atatürk'ümüzün yüzünü görmek için Peygamber gücü gerek... Hem, tut ki gördük. Yiyip içmekten, işinden gücünden başını kaldırıp bizim öküzün arkasından mı seyirecek?.."

Halil Ağa, sigarasının son nefesini ciğerlerine doldururken, Atatürk'ten yeni aldığı sigarayı da kulağının arkasına yerleştiriyor, çiftinin başına gitmeye hazırlanıyordu. Konuşacak bir şey de kalmamıştı. Atatürk köylünün omuzuna elini koyarak, "Senden hoşlandım Halil Ağa" dedi.

"Bir gün köyüne de gelir, bir ayranını içerim. Açık yürekli bir
vatandaşsın. Ama yine de sana söylüyorum, hakkını kimsede bırakma ara!.."

Döndüler, arabaya bindiler. Halil Ağa, onları uğurladı.

"Meraklanma beyim, evelallah heç kimse bizim hakkımıza el değdiremez. Fakat bu, Devlet Baba'ya borçtur. Ödenmesi gerek... Otomobil hareket etti. Atatürk'ün canı sıkılmıştı.

"Bir uygun yerden dönelim, tadı kaçtı bu işin!.." dedi. Dönüş yolunda Atatürk konuşmuyor, sigara üstüne sigara yakıyordu. Yüzünde ince bir keder vardı.

"Yahu çocuk, şu Halil Ağa'nın vergi borcundan öküzünü satmışız, merkeple çift sürüyor, hala da 'Devlet Baba' diyor. Ne mübarek millet, bu millet!.."

Köşke döndüklerinde Atatürk yaverine emretti:

"Şimdi" dedi: "İstanbul'da ne kadar bakan, milletvekili varsa hepsini telefonla bulacaksın!..

Bu akşam kendilerini yemeğe bekliyorum. Ayrıca Vali Muhittin Üstündağ ile İsmet Paşa'yı bul, onlara da haber ver."

Yaver odadan çıktı. Atatürk, Nuri Conker'e döndü:

"Şimdi sen de arabayla çıkıp o Halil Ağa'ya gideceksin. Ona benim kim olduğumu söyleme. Tüccar, zengin bir adam filan dersin. 'Seni sevdi, sana öküz alıverecek' diye bir şeyler söyle, kandır. Kuşkulandırmadan al getir buraya."

O akşam Atatürk'ün sofrasında Başbakan İsmet İnönü, bakanlar, milletvekilleri ve İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ'dan oluşan yirmi beş konuk vardı.

Atatürk, "Bu akşam soframıza efendimiz gelecek" dedi. "Kendisine nasıl davranacağınızı çok merak ediyorum."

Bir süre sonra içeri başyaver girdi ve Atatürk'ün kulağına bir şeyler söyledi.

Atatürk "Buyursun!" dedi.

Başyaver kapıyı açıp da Halil Ağa, gündüz konuştuğu beyin sofranın başında oturduğunu, yanı başında da İsmet Paşa'nın yer aldığını görünce, şaşkınlıktan dona kaldı. Dizlerinin bağı çözülmüştü. Atatürk onu görünce ayağa kalktı. Arkasından tüm konukları da ayağa kalktılar. Atatürk son konuğunu, "Hoş geldin Halil Ağa" diye karşıladıktan sonra kendisini sofradaki konuklarına tanıttı:

"İşte beklediğimiz, Efendimiz" dedi.

Nuri Conker, Halil Ağa'yı Atatürk'ün sağ başına oturttu, kendisi de yanındaki sandalyeye geçti. Atatürk, sofradakilere, o gün köşkten Conker'le birlikte nasıl kaçtığını, Halil Ağa'yı, bir yanında öküz, bir yanında merkeple çift sürerken nasıl gördüğünü, sigara yakmak bahanesiyle nasıl kendisi ile konuştuğunu ayrıntılı bir şekilde anlattıktan sonra şöyle dedi:

"Şimdi gerisini Halil Ağa ile birlikte yanınızda tekrarlayacağız. Ben sorduklarımı baştan soracağım Halil Ağa da orada bana söylediklerini olduğu gibi tekrarlayacak."

Halil Ağa'ya döndü:

"Bak beri, Halil Ağa" dedi. "Sen bu akşam benim baş misafirimsin. Senin açık sözlülüğünü pek çok beğendiğimi bugün söyledim. Konuşmamızdan sonra sana hiçbir zarar gelmeyecek. Öküzünü de alacağım. Ama şimdi ben tarlada sorduklarımı baştan soracağım, sen de orada söylediklerini aynen tekrarlayacaksın. İşte soruyorum:

'Bakıyorum sapanın bir yanında öküz, bir yanında merkep koşulu. Öküzün yok mu senin?"

Halil Ağa dudakları titreyerek Atatürk'ün ayağına kapanacak oldu. Atatürk önledi:

"Yoo, bak böyle şey istemem. Soruyorum cevap ver."

Soru - cevap valiye kadar aynen tekrarlandı. Sofradakiler, soluk almadan konuşmayı izliyorlardı. Ürkütücü sorulara gelmişti sıra. Atatürk sordu:

"Peki İstanbul şuracıkta, gideydin valiye, anlataydın derdini, onun işi bu değil mi?"

Vali Muhittin Üstündağ, Hali Ağa'nın ancak iki metre ötesinden kendisine bakıyordu. Nasıl desin? Ter basmıştı iyice, işi savuşturmanın yoluna kaçtı:

"Vali paşamızı biz görüp dururuz buralarda. Eteğine düşsek derdimizi duyurabilir miyiz ki..."

"Olmadı bu, Halil Ağa... Bana dediğin gibi, dosdoğru..."

"Böyle demedik mi beyim?.."

"Ya, ben mi yanlış anladım?.. Dur soralım bakalım Nuri'ye. Nuri,böyle mi dedi bize Halil Ağa?"

Nuri Conker karşılık verdi. "Hayır Paşam!.."

"Gördün mü?.. Demek aklında yanlış kalmış. Hani bir şey dediydin sen, vali neden duymazmış?.. Aynen bana söylediğin gibi söyle."

Halil Ağa kekeleyerek konuştu:

"Köylük yerinde bizim dilimiz sağar demeye alışmıştır, paşam" dedi. "Kusura kalma gayri..."

Atatürk gülmeye başladı:

"Diplomatsın ki, yaman diplomatsın, Halil Ağa... Ama şimdi diplomatlık sırası değil, doğruyu konuşacağız... Söyle bana, orada dediğin gibi..."

Halil Ağa gözünü yumup, başını yere eğdi:

"Şaşırmışım, ağzımdan yanlışlıkla 'Bırak bu sağarı' diye bir laf kaçırmışım..."

Sofrada gülüşmeler başlamıştı.

"Hadi buna da oldu diyelim. Geçelim gerisine:

"E, peki bir Başvekil İsmet Paşa var, bilir misin?"

Halil Ağa İsmet Paşa'nın yüzüne baktı ve gözlerini yere indirdi:

"Şanlı İsmet Paşamız bilinmez olur mu hiç? O bugüne bugün..."

Atatürk Halil Ağa'yı durdurdu.

"Bırak şimdi övgüleri" dedi. "Ben lafın gerisini getireyim:

Tamam öyleyse, hemen her hafta İstanbul'a geliyor, Florya Köşkü'ne iniyor, köşk de şuracıkta. Bir gün kapıda bekleseydin de derdini dökseydin ona. Herhalde
bir çaresini bulurdu."

Halil Ağa yine kaçamak yanıt verdi:

"Kapıya koymazlar ya bizi, koysalar da şanlı paşamıza öküzümüzü mü yanacağız!.."

Atatürk'ün sesi iyice sertleşti:

"Beni uğraştırma, Halil Ağa" dedi. "Erkek adam sözünü yalamaz. Ne dediysen, tıpkısını tekrarlayacaksın!.."

Halil Ağa ürktü, toparlandı. Başını yine yere gömüp konuştu:

"Şanlı Paşamıza da sağar dedikti ya..."

"Yalnız sağar değil, 'sağarın sağarı' değil miydi?"

Halil Ağa yere eğik başını acıyla salladı:

"Öyle dedikti paşam, doğrusun!.." diyebildi.

Atatürk, İsmet Paşa konusunda daha fazla ısrar etmedi, sözü kendine getirdi.

"Son soruyu sorayım şimdi" dedi. "Bunun da karşılığını ver, öküzünü al git."

"Koca yaz şuracıkta Atatürk oturmuyor mu? Gitseydin, çıksaydın önüne, anlatsaydın halini. O da seni yüzüstü bırakacak değildi ya?"

"Hiç bırakır mı Aslan Paşam benim!.. Erip erişir de tarlama dek gelir, halimi dinler."

"Bırak bunları Halil Ağa, dediğini tekrarla." Halil Ağa birden diklendi.

Her şeyi göze almış insanların yiğitliği içinde doğruldu. Atatürk'ün gözlerinin içlerine bakarak konuştu.

"İşte bunu demem Paşam" dedi. "Ağzıma ataş doldur, işte bunu demem!"

Atatürk gülmeye başladı:

"Zorlatacak bizi bu Halil Ağa, laf anlamıyor." dedi. "Mustafa Kemal Paşa Atatürk'ümüzün yüzünü görmek için, Peygamber gücü gerek demiştin, yanılmıyorsam. 'Görsem de, işinden gücünden, yiyip içmekten başını kaldıracak da bizim öküzün arkasından mı seğirtecek' demiştin." Halil Ağa'nın gözlerinden yaşlar inmeye başladı. Taş kesilmiş, duruyordu. Atatürk konuşmasını içtenlikle sürdürdü:

"'Atatürk de işi içkiye vurmuş, sarhoşun biri' demeye getirdin ya fazla üstelemeyeyim" dedi.

"Şimdi bak beni dinle, Halil Ağa... Seni şu kadar üzmemin sebebi, şunu anlatmak içindi: Şu gördüğün altı bay hükümet... Yani, biri Başbakan, ötekiler de Bakan! Memlekete göz kulak olacak, işleri evirip çevirecekler diye bu makama getirilmişler. Bir kanun gerekti mi, bu baylar hemen
sıvanırlar, İsviçre'den mi olur, İtalya'dan mı olur, Fransa'dan mı, velhasıl neredense, bir kanun buluştururlar, Türkçe'ye çevirtirler, sonra basıp imzayı gönderirler Büyük Millet Meclisi'ne... Bu Millet Meclisi dediğim, şu altı baştan senin yanına kadar olan beyler. Kanun bunlara gelir. Bunlar da 'hükümet elbette incelemiş, gerekeni düşünmüştür, benim ayrıca zorlanmama gerek yok' derler ve kaldırırlar parmaklarını, olur sana bir kanun!.. Ama sonra bir vergi memuru gelir, vergi borcundan Halil Ağa'nın öküzünü çeker, satar... Halil Ağa da tarlasını bir yanda merkep, bir yanda öküz, ırgalana ırgalana sürmeye çalışır. Ama üretim düşermiş, ekim zorlaşırmış, kimin umurunda... Sonra ben bunları görürüm, içim kan ağlar, işitirim, tasalanırım! E, hakça söyle bakalım şimdi Halil Ağa... Sen benim yerimde olsan, efkar dağıtmak için, bunları bu beylerle konuşmak için
içmez misin? Ama sonra da Halil Ağa tutar, sana 'sarhoş' der..."

Halil Ağa'nın dili çözülmüştü:

"Öyle diyen yok haşa!.. Dinden çıkmak gibidir... Buldun mu bunu, hacısı da içer, hocası da içer..."

Atatürk sordu:

"Peki sen de içer misin?"

"Hiç bulunur da içilmez olur mu, Paşam?.. İçeriz ki, tıpkı şerbet gibi!.."

Atatürk hizmet edenlere işaret etti, kadehleri doldurttu. Kendi kadehini Halil Ağa'ya uzattı:

"Hadi bakalım Halil Ağa" dedi. "Sağlığına içelim."

Halil Ağa, "Koca Allah, benim ömrümden de sana pay düşürsün Paşam, sağlık düşürsün" dedikten sonra Halil Ağa, edeple başını kenara çevirdi, eline verilen kadehi bir yudumda boşaltıverdi. Yüzü kızarmış, gözleri parlıyordu. Ellerini dizlerinin üzerine koyarak Atatürk'e döndü:

"Yunan'ı denize döktün Paşam, bayrağımızı başucumuza diktin. Benim gibi bir köylü parçasını sofrana alıp içirdin, sana duaya bilem dilim dönmez ki... Nideyim ben şimdi? Bırak ki oh paşam, ayağını öpem..."

Halil Ağa Atatürk'ün ayağını öpmek için davranınca, Atatürk onu sıkıca tuttu ve bu hareketi yapmasını önledi. Halil Ağa bu kez, Atatürk'ün ellerine sarıldı, ellerini öpmeye başladı: "Bayrağımız gibi sen de başımızdan eksik olma inşallah! Sana her kim düşman ise, onun yeri senin ayağının altı olsun!.. Gayri bana izin, koca Paşam!.."

"Yemek yemedin!.."

"Yemek kolay... Meraklanır çocuklar, ben köyüme döneyim."

Atatürk Nuri Conker'e işaret etti.

Conker kalkıp Halil Ağa'nın yanına geldi, kalktı Halil Ağa, önce Atatürk'ü, sonra sofradakileri selamlayıp kapıya doğru edeple geri geri çekildi. Kapı kapandığı zaman Atatürk sofradaki öteki konuklarına döndü:

"Efendimizin halini gördünüz mü beyler?" dedi. "Devlet size böyle davransa, siz ne yaparsınız? Mübarek millet bu, adam millet bu... Şimdi bu adam milletin karşısında 'adam olmak,' bize düşüyor!.."

Sofrada kesin bir sessizlik vardı. Kimse gözlerini Atatürk'ten
ayıramıyordu:

"Halil Ağa'nın öküzünü satıp, üretimini aksatan kanunu ya biz yaptık ya da bizim yaptığımız kanun yanlış yorumlanarak Halil Ağa'nın öküzünü satıyor. İkisi de bence birbirinden farksız... Böyle bir kanun yaptıksa, memleket çıkarlarına aykırıdır. Nasıl yaparız, nasıl yapmışız bunu? Eğer yaptığımız kanun doğru da, yorumlaması yanlış oluyorsa, o zaman sormak lazım. Hükümet nasıl bir yönetim içindedir? Sonra unutmayın ki, olay İstanbul'da geçiyor. Bunun Van'ı var, Bitlis'i var, kıyı bucak ilçesi var; acaba oralarda neler oluyor? Bu çark iyi dönmüyor beyefendiler!.."

Harika 2

11 Mart 2008 Salı

Harika

Devamı gelecek...

10 yaş grubu çocukların aşk yorumları

- Aşk, sevgilimizle aramızda bi sürü kötü şey meydana gelmeden önce hissettiğimiz şeydir.

- Benim anneannem sırtından hasta olmuştu ve eğilemediği için ayak tırnaklarına oje süremiyordu, dedemin de parmakları hasta olmasına rağmen anneannemin ayak tırnaklarına hep oje sürüyordu. Bence aşk budur.
(Evet yaaa. evet yaaa)

- Sizin adınız size aşık olan birinin ağzından daha değişik çıkar, o size adınızı söylediği zaman "benim ne güzel adım var" diye düşünürsünüz...
(Hakikaten! Hiç böyle düşünmemiştim.)

- Aşk birlikte yemeğe gittiğimiz zaman sevgilimizin kendi kızarmış patateslerini bizim tabağımıza koyması ve bizim tabağımızdan hiçbir şey almamasıdır.
(İşte bu en güzeliydi)

- Aşk, biri sizi ne kadar kırmış olsa da sırf o üzülür diye ona kötü bişey söylememektir.
(Canımm yaa evet öööle, ama...)

- Aşk çok yorgun olduğumuzda bizi gülümseten bişeydir.
(Daha nasıl anlatılabilir ki?)

- Aşk, annemiz babamıza kahve yaptığı zaman ona götürüp vermeden önce kendisinin bir yudum içmesi ve tadının çok güzel olduğunu kontrol etmesidir.
(Bi de illa ki de paylaşmaktır)

- Aşk, sevgilimiz bişey söylüyorsa yılbaşı hediyelerini açmayı bile bırakıp onu dinlemektir.
(Şimdi ağlicam ama, bu da ikinci en güzel tarif)

- 'Senden nefret ediyorum' dediğimiz birine ilerde aşık oluruz.
(Hadiseyi çabuk kavramış :-))

- Aşk sarılmaktır... Aşk öpüşmektir... Aşk "hayır" demektir.
(Bu da çabuk çözmüş :-)))

- Aşk sevgilimizin her şeyini bildikten sonra bile onunla çok iyi arkadaş olabilmektir.
(Cidden ağlicam.)

- Aşk kocamız çok terliyken ve kötü kokuyorken bile ona "Sen Bruce Willis'ten daha yakışıklısın" demektir. (Kesinlikleeeeeee)

- Aşk, köpeğinizi bütün gün evde yalnız bıraksanız bile eve döndüğünüzde size koşup bütün suratınızı yalamasıdır.
(Yaa off hayır bu çok acımasızca ama :-)))

- Aşk, Sevgililer Günü kartlarının üzerinde yazan şeyleri sevgilimize soylemek ama başkalarına söylerken yakalanmamaktır.
(eheheheheh seni gidi seni)

- Birine aşıksanız, kirpikleriniz hareket ettikçe gözlerinizin içinden yıldızlar çıkar.
(Süper tespit)

- Eğer aşık değilseniz "seni seviyorum" demeyin, ama gerçekten aşıksanız hep "seni seviyorum" diyin, hem aşıksanız hem de "seni seviyorum" demiyorsanız çok ayıp.
(Anlayan anlamıştır bile... :-)))

Benzerlik

Hep mat2 gibiydin
Uzaktan bakınca bildiğimiz üçgendi işte
Ama içine girince içinden çıkılmaz bir hal alırdın
Ne bilsin bu yürek trigonometriyi

Arada coğrafyayı andırırdın
Haritada görünce dokunabilecek kadar yakın
Ama aslında çok uzaklardaydın
Ne bilsin bu yürek kilometreyi

En çok fiziğe benzediğinde üzülürdüm
Sürekli kolları eşitlenmeye çalışılan bir terazi
Binicisi hep yanlış yerde olan
Ne bilsin bu yürek a yükünü

Edebiyata benzedikçe severdim seni
Hani karışık gibi görünür de
Bir anda açıklanırdı ya paragraf
Ne bilsin bu yürek Farsça'yı

Bebeğin günlüğü

>>1. gün
>>böylesi kötü bir başlangıç beklemiyordum.
>>oha hortumumu bile kesmişler! meme diye, süt diye birşey varmış. nerden
>>nasıl bulunur bu ya?
>>hayattan daha 1. günden soğutacaklar beni.
>>
>>2. gün
>>meme buldum ama bundan süt gelmiyor, emiyorum allah emiyorum, tık yok, süt
>>başka yerde mi? neyse biraz daha emdim geldi, fazla abanınca meme sahibi
>>kişilik bağırdı, ne bağrıyosun açım ben! çok yalnızım be sözlük. hayır
>>bişi
>>değil içerdeyken de yalnızdım ama yediğim önümde yemediğim arkamdaydı en
>>azından, bak yine aklıma geldi, hortumu bile kestiler yaa!
>>uykum geldi yine. zzzzz!
>>
>>3. gün
>>memeyi sevdim, bu dünyadaki tek dostlarım bu iki meme. iyi ki varsınız.
>>
>>4. gün
>>bugün bir sürü olaylar oldu, gürültü yaptılar, başka biryerlere gittik
>>galiba. memeden ayrılınca bağrıyorum geri geliyor, sonra uyuyorum,
>>uyanıyorum bir bakıyorum meme yok, neyse ama tekrar bağrınca geri geliyor
>>nasılsa. s.çmak da zevkliymiş be, eskiden yapamıyordum.
>>
>>5. gün
>>bugün 15 kez kaka yaptım, rekorumu geliştirmeliyim. dikkat ettim de her
>>yaptığımda temizliyorlar, bunu sevdim. dikkatimi çeken bir noktada şu ki,
>>amma koca kafalıyım be arkadaş, ağır mı ağır tutamıyorum şerefsizim, pat o
>>yana, pat bu yana, dikkat etseler bari de çatlatmasak daha ilk günden.
>>
>>6. gün
>>avucuma ne verseler hemen tutuyorum, tik gibi birşey, maalesef
>>farkettiler,
>>herkes parmağını veriyor avucuma, mecburen tutuyorum, alemin maymunu oldum
>>iyi mi?
>>bu arada ne çok uyuyorum ya arkadaş, atamadım şu yorgunluğu, daha çok süt
>>içeyim en iyisi. hayır içtikçe de yoruluyorum o da ayrı, nerde o eski
>>günler, hortumdan geliyordu ne güzel, şimdi em allah em, bak yine aklıma
>>geldi, şerefsizler kesti hortumu yaa.
>>
>>7. gün
>>bugün solaryuma girdim, sarılık mı ne ondanmış. yine uykum geldi.
>>
>>8. gün
>>biraz daha iyi hissetim kendimi, daha çok süt içiyorum artık. kaka yapma
>>işini de tam alt açma anına denk getiriyorum ki etraf pislensin, eziyet
>>olsun. naapayım ama alt açıkken daha rahat roketleyebiliyorum. kaka
>>yaparken
>>başka birşey daha yapıyorum galiba, anlamaya çalışacağım bakalım.
>>
>>9. gün
>>çok fena hıçkırık tutuyor, geçsin diye nefesimi tutayım dedim onu da
>>beceremedim, neyse ki süt içince geçiyor. bu süt her derde devaymış, bugün
>>bunu gördüm.
>>
>>10. gün
>>sütten başka birşeyler verdiler, var ya, yeter artık be, tam alışıyordum
>>yine dayadılar başka birşey, hayret bişi ya, vitaminmiyiş neymiş.
>>bu arada memelerin arasından dün gördüğüm lavuk gündüzleri piyasada yok
>>akşamları geliyor sadece, hadi bakalım hayırlısı.
>>
>>11. gün
>>al işte, başladı yine bir arıza. sütten sonra çok feci karnım ağrıyor,
>>böyle
>>gaz gibi bişi, eğilip bükülüyorum, binbir şekile giriyorum çıkaracağım
>>diye.
>>sırtımı falan sıvazlayın bari be kardeşim.
>>
>>12. gün
>>bütün gün gazdan kıvrandım arkadaş ya, bela oldu başıma, yaygarayı bastım
>>ben de. uyutmadım, diktim bunları da hazır asker. sonra bir saldım ki
>>evlere
>>şenlik, akabinde uyudum hemen gerisini hatırlamıyorum
>>
>>13. gün
>>annemin suratına s.çtım. tamam utandım biraz da insan bebeği g.tünden öper
>>mi yaa. ayıp oldu di mi? naapıyım abi, neyse fazla kızmadı herhalde.
>>
>>14. gün
>>anneme kırmızı renkli birşeyler içiriyorlar, o zaman süt daha bi
>>randımanlı
>>oluyor sanki, böyle tadı da hoşuma gidiyor, şu memelere bir rating aleti
>>taksalar da hangisini sevip hangisini sevmediğimi söyleyebilsem.
>>
>>15. gün
>>topuktan kan alıp duruyorlar, metin olayım çok ağlamayayım diyorum ama
>>canım
>>yandı be arkadaş, hayır ondan sonra da hemen süt verince sakinliyorum,
>>kızgınlığım geçiyor, ağız tadıyla asabiyet yaptırmıyorlar, şu memelere
>>karşı
>>biraz daha dikbaşlı durabilsem.
>>
>>16. gün
>>şu memeleri çok sevdiğimi bir kez daha anladım, çok seviyorum onları,
>>onlardan ayrılınca içimi bir huzursuzluk kaplıyor, en iyisi onlardan
>>uzaklaştığım anda yaygarayı basayım ben. bugün benden biraz büyük biri
>>geldi
>>yanıma, sevme amaçlı olsa gerek bir geçirdi başım dönüyo hala. sonradan
>>öğrendim kuzenmiş, neyse yazdım kenara intikam alınacak.
>>
>>17. gün
>>etrafı daha net seçer oldum, ama el ve ayak koordinasyonu hala zayıf,
>>memeyi
>>kavrayabiliyorum ancak. bir de bu eller ve ayaklar bana mı ait tam olarak
>>emin değilim, sallıyorum öyle, zevkli birşey. yüze ve gözlere dikkat etmem
>>lazım ama, tırnaklar tehlikeli. diğer yandan annem bugün onları kesmeye
>>çalıştı ama huysuzluk ettim, etmeseydim daha iyi olacaktı galiba, bak
>>çizdik
>>tam gözün altını yine.
>>
>>18. gün
>>elime torbalar taktılar, kafaya çarpınca artık acıtmıyor, yara bere de
>>yapmıyor. sanırım onlar da beni seviyor, iyiliğimi düşünüyorlar. aslında
>>hala çıktığım yeri özlüyorum, geri girme imkanım olmaz mı acaba?
>>
>>19. gun
>>nihayet o adamin neden eve sadece ak$amlari geldigini anladim megerse bana
>>ve anneme bakmak icin gunduz cali$iyomu$..
>>aferin gozume girdi $imdi bak!..

LOST

şimdi şöyle bir gerçek var. insanlar bana göre ikiye ayrılır lost izleyenler ve elbet lost izleyecek olanlar. burdan şu anlam da çıkabilir birgün herkes fenerbahçeli olacak. şaka bir yana izlemeyen pişman olur. şimdi bu lost denen illetle ilgili yazılmış belki de en güzel teoriyi veriyorum.biraz uzun ama neyse okuyan birçok soruya cevap bulacaktır. tam olarak şimdi:

1900 ‘LERİN BAŞI: Black Rock (Kara Kaya) Pasifik okyanusunu geçen bir nakil gemisiydi. Gemideki insanlar karışık metal mineraller taşıyordu. Beklenmedik bir şekilde, gemi LOST adasıyla karşılaştı. Bunlar olurken ada eşsiz magnetik özelliklere sahip ve gemideki magnetik materyaller adadaki tüm bu magnetik kuvvetlerden etkileniyor ve gemi tam anlamıyla adaya çekiliyor. Ve geminin mürettebatı bizim ‘’others’’ (diğerleri) olarak bildiğimiz kişiler oluyor. Richard ta onlardan biri…

1970 ÖNCESİ: İnsan ırkının gelişimi için DHARMA girişimi kuruldu. Bilimsel araştırmalarla başlayan bu girişim daha sonra kaderi test etmek için tasarlanmış büyük çapta bir proje haline geldi. DHARMA’nın çalışmaları sırasında birisi zaman makinası icat etmeyi başardı. Tabi o sırada bu zaman makinesi akım kapasitörlü bi Delorian ( ç.n. : “Geleceğe Dönüş” filmindeki “zaman makinası araba”. Keşfedilen şeyin basit birşey olduğunu ima ediyor ) değildi. Aslında o çok daha basit bi makinaydı. (ç.n. : Burda makinanın nasıl çalıştığını anlatıyor) Diyelim ki DHARMA zaman makinesini icat etti ve 1960 yılında harekete geçirdi; makine 1 yıl çalıştıktan sonra birisi 1961′de makineye girmeye karar verdi. onlar sadece zamanda geri gidebildiler ve sadece 1 yıl geri gidebildiler ( yani makinenin çalışmaya başladığı zamana) . Bunun da ötesinde geçmişe dönersen geçmişte kalıyordun. 1961′e geri dönemezsin çünkü sen şu an geçmişte varsın. Diyelim ki sen 1965de ölümcül bir hastalığa yakalandın ve 1960′a geri dönüyorsun (yani hastalığa yakalanmadan önceki bir zamana), bu durumda geçmişe döndüğünde zaman makinasından çıktığında hastalık geçmişe dönen bedeninle geri dönmüyor. Yani dönmüş olduğun zamanda hasta olmuyorsun.

Bu yüzden, DHARMA bu aletin gücünü anladığından deneyi zaman makinasını test edebilecekleri gözlerden ırak, uzak bi adaya taşımaya karar verdi. DHARMA insanları zaman makinasıyla geçmişe göndermeden önce çalışmalarını kutup ayıları gibi hayvanlarla yaptı. Bir kutup ayısını bikaç yıl geri gönderdiler ve yaşayıp yaşamadığını görmek için doğal yurdunu değiştirdiler. DHARMA kutup ayılarının geçmişe gittikten sonra adada ve uzak çöllerde yaşayabildiğini gördü. DHARMA bu kutup ayılarının çölde “geçmişe gönderildikleri zamana kadar” yaşayabildiklerini gördü , bu onları kısmen yenilmez yapmıştı. ( ç.n : normalde çölde yada tropik adada ölmeleri gerekirken zamanda yolculuğa başlama anına kadar yaşayabiliyorlar , kafalarına kurşul sıkılmazsa tabi) Kutup ayılarıyla yapılan bu deneyden kısa süre sonra Dharma insanları da zamanda geriye göndermeye başladı. Zaman makinesi deneyinin boyunca birkaç yıl içinde Dharma geriye gönderdiği insanların zamanın akışını değiştirip değiştiremeyecekleriyle ilgilenmeye başladı. Ve zamanda geri gidecek yolcularına zamanın gidişatını değiştirecek görevler vermeye başladı. Maalesef geriye giden insanlar çoktan yazılmış olan kaderi değiştirebilecek hiçbir şey yapamadılar.

Şimdi zaman makinasının hiç bir yararını görmeyip umutsuzluğa kapılan DHARMA hastalıkların tedavi edilip edilemediğini görmek için ada yerlilerinden oluşan bir grup kurmaya karar verdi ve ‘’others’’ların birçoğunu etkileyecek bir hastalığı adaya bulaştırdı.Ve ‘’others’’lara bu hastalığı zaman makinesı aracılığıyla tedavi edebilecekleri konusunda ısrar etti. Ama bu others için çok açık/ anlaşılır bir durum değildi. onlar sadece tedavi olmak istiyorlardı. ve bu zaman makinesinin sadece kompleks bi aşı olduğunu düşünüyorlardı. Dharma asıl olarak insanlar onlara bu virüs aşılanmadan evvelki bi zamana gittiklerinde bu virüsten kurtulup, tedavi olup olmadıklarını görmek istiyordu.Kaderin önceden buyurduğu gibi ‘’others’’ lar onlara hastalık enjekte edildiğinden önceki bi zamana giderek hastalıktan kurtuldular tabi sadece kara duman tarafından öldürülene kadar çünkü karaduman zaman çizgisinin kendisini düzelttiği fiziksel bi vasıtadır. Kara dumanla ilk kez karşılaşan DHARMA şimdi bu zaman makinesinin düşünülen hiç bir amaca hizmet etmeden sonuçlanacağından korkuya kapılmış/ dehşete düşmüş durumda. Dharmanın başarabildiği tek şey ada sakinlerini adadan defetmekti.

1970 -1985 : Ben’in annesi Dharma tarafından adaya gelmesi ve zaman makinesi üzerinde çalışması için işe alınır. Testin başlamasından yıllar sonra da zaman makinesininin becerilerinden bıkmıştır.Aynı zamanda Richard (others’ın geecekteki lideri) la tanışır. Richard ona Dharma’nın yaptığı ve birçok ‘’others’’ın öldüğü bu korkunç deneyden bahseder.Ben’in annesinde , bilim adı altında yok saydıkları ahlaki değerlerden ötürü Dharma’ya karşı nefret gelişir.Dharma ’nın yaptıklarından etkilenen masum insanlar için Dharma’ yı yok etmenin kaderi olduğuna hüküm verir. Fakat adadan ayrılmak yerine bir taşla iki kuş vurmayı planlar: adadan sadece ayrılmak ve muhtemelen de Dharmayı ayrılışıyla kızdırmak yerine zaman makinesini kullanarak adaya geldiği zamana geri döner. Ve adadan ayrıldı. Bu şekilde dış dünyaya adaya hiç gitmemiş gibi görünecekti .Yaşamının adada testler yaparak kaybettiği 15 yılını tekrar yaşamak için geri gitti. Akıllıca…

1970 : Ben’in annesi 1970′e yaklaşık olarak 15 yıl geriye seyehat etti ve kendini yeniden Oregonda buldu. Mükemmel bir çocukla tanıştı,evlendi ve hamile kaldı. Fakat ada dışında yaşadığı alternatif hayatta çocuksuzdu.Malesef Dharma henüz anne ve çocuk ölümleri ile zamanda yolculuk arasındaki bağlantıyı keşfedememişti. (Hatırlayın Juliet 26 yaşında olmasına rağmen 70 yaşındaki bi kadınınki gibi görünen rahim röntgenini görmüştü. Görünen o ki zamanda yolculuğun benzersiz bir etkisi de bedeniniz değil ama rahminiz yaşlanıyor..)

Ben’in annesinin doğum zamanı geldiğinde çocuğu doğurmayı başarıyor ama kendisi ölüyor. onun ölmesinin nedeni ise zaman çizgisinin gidişatı onu Ben ile değiştirerek düzeltmesidir. Ben onun tecessümüydü (cisimleşme/yeniden dünyaya gelişi gibi bişey) ve hayal kırıklığına uğramış olan bu DHARMA mühendisinin en sonunda bu şaibeli/kanunsuz/kötü kuruluşu yıkmak olan vasiyetini/hedefini gerçekleştirmek için yaratılmıştı. Ben’in rolü kaderi çözme konusunda çalışmak ve zaman makinesini DHARMA’nın metotlarını kullanmadan çalıştırmanın bir yolunu bulmaktı.


1980′LER: Annesinin ölümünün üzerinden çok geçmeden Ben ve babası adaya gittiler. Horace Dharma’ya katılmıştı ve Ben’in annesini araştırmak için gönderilmişti. Ancak onun öldüğünü öğrenince kocasını ve Ben’i adaya gönderdi. Ben ve babası adaya geldiklerinde Ben’in babasını DHARMA’nın sadece bir piyonu olmuş şekilde buluyoruz. Ben onların adaya gelmesinin gerçek nedeniydi: Ben’in görevi annesinin kaderini gerçekleştirmekti. Malesef o zaman Ben bundan haberdar değildi. O sadece kendini eğlendirmeye ve babasının çok fazla kendini bırakmamasını sağlamaya çalışıyodu.

1981: Ben adada biraz iyi zaman geçirdikten sonra adada evin dışında ölmüş annesini duymaya ve görmeye başladı! Onun annesini görmesinin nedeni “alternatif gelecekte” annesinin hala hayatta ve DHARMA için çalışıyor olmasıydı. O ona yarı ölü gibi görünüyordu çünkü onun ölü ruhu Ben’e kaderini anlamakta yardım etmesi için dizayn edildi.böylelikle Ben onun vasiyetini devam ettirebilecekti. Sonuç olarak onu ruhu zamanın geleceği düzeltmek için bulduğu yoldu.

Ölü annesini gördükten çok kısa bir süre sonra Ben ormanda “henüz hazır değilsin diyen” Richard’ı görür. Richard bir zaman yolcusu ve Dharma’dan nefret eden biridir. Ben Richard’la ormanda karşılaştığında Richard 2000 yılından 1981 yılına seyehat etmişti. Bu nedenle Richard Ben’le çalışırken yaşlanmıyordu. Neden Richard Ben ile iletişime geçmek için geçmişe gitmişti? onu örgütlemek/ işe almak (yani kendi amacı doğrultusunda onunla birlikte çalışmasını sağlamak için) için. Richard alternatif zaman çizgisindeki Ben’in annesini biliyordu ve Ben’in annesinin yeniden vücut bulmuş/cisimleşmiş hali olduğunu biliyordu ve Ben’in bir çeşit dahi/mucizevi bir çocuk olduğunu da biliyordu. Ondan sonra Richard ve Ben daha sonraki yıllarını DHARMA’yı nasıl yıkacaklarını ve zaman makinasını insanları öldürmeyi içermeyen testlerde nasıl kullanacaklarını planlamakla geçirdiler.

1988: Rousseau’nun gemisi adaya çarpar ve Rousseau Ben ve Richard tarafından çabucak kaçırılan Alex’i doğurur. Böylece onun DHARMA tarafından bulunmasını engellemiş oluyorlardı. Rousseau’nun adaya tam anlamıyla neden geldiğini bilmiyoruz ancak ben inanıyorum ki o adada güç mücadelesi olup olmadığını belirlemek için DHARMA tarafından gönderilmiş bir ekibin parçasıydı. DHARMA’daki güçlü kimseler kendileri gidecek kadar aptal değillerdi ve önce oraya daha sonra adada ölmek zorunda olan bir grubu gönderdiler. Rousseau’nun grubu DHARMA’nın o sırada test ettiği/yaydığı hastalığa yakalanarak öldü.

1981-2005: Ben büyür ve Richard ile birlikte DHARMA’yı tamamen ortadan kaldırmak için “nihai planı” planlamaktadır: Tasfiye/Temizlik (The Purge). o sıralarda DHARMA zaman makinasını başka amaçlarla kullanıp kullanamayacaklarını görmek için adanın diğer kendine has özelliklerini test etmeye devam etmektedir. Bu çalışmaların ortasında, DHARMA SWAN istasyonu vasıtasıyla adanın manyetik anomalisini keşfetti. Bu manyetik anomali bütün adayı kapsayan bir hava kabarcığıydı.Ama malesef DHARMA onu herhangi bir şey için nasıl kullanacaklarını bilmediklerinden bu anomali üzerinde ancak basit/temel testler yapabildiler. Bu sıralarda hem DHARMA hem de OTHERS zaman makinesini “daha büyük menfaat/yarar/iyilik” için nasıl kullanacaklarını öğrenmeye çalışıyorladı.

Zaman makinesi üzerindeki testler sırasında DHARMA ve others zaman yolculuğu ile ilgili aşağıdaki buluşları yaptılar:

1) Birisi makinaya girdiğinde sadece geçmişe geri gidebiliyor ve sadece makinenin çalıştığı zamanlara gidebiliyor.

2) Geçmişe gittiğinde yeniden yaşlanmıyorsun. Mesela eğer 50 yaşındaysan ve 10 yıl geriye gitttiysen 40 yaşındaki bedenine sahip olmuyorsun. 50 yaşındaki bedeninle geri dönüyorsun. Ancak senin bu 50 yaşındaki bedenin sonraki 10 yıl boyunca yaşlanmıyor (yani zamanda yolculuk yaptmak için zaman makinasına girdiğin ana kadar)

3) Zaman yolculuğunda bedenin fiziksel olarak yeniden yaşlanmıyor ancak makineye girmeden önceki fiziksel rahatsılıkların iyileşiyor. Mesela, varsayalım ki sen 2010 yılında felç oldun- 2015′de de zaman makinasına girmeye ve 10 yıl geri dönmeye (felç olmadan önceki bir zaman) karar veriyosun. 2005′e geri döndüğünde tekrar yürüyebilirsin. ancak 5 yıl geçtikten sonra kader seni yeniden felç etmek için başka bir yol bulacaktır. Belki ilk kez felç olmanın nedeni pencereden itilerek belinin üzerine düşmen olabilir ancak ikinci kez belki bi arabanın çarpmasından dolayı felç olablirsim.

4) Geçmişe geri döndüğünde sadece kaderinin üzerinde etkisi olmayan şeyleri değiştirebilirsin. Başka bir deyişle; belli bir tarihteki bir filmi izlemeye gittiysen ve sonra zamanda geriye gittiysen o tarih geldiğinde o filmi tekrar izlemeye gitceksin diye bi kaide yok. ancak o film hayatını değiştirecek bir karar almanı sağladıysa kader sana bu kararı aldıracak başka yollar bulur (filmi izlemen olan bu orjinal yoldan başka bir yol).

5) Eğer geçmişe gittiysen ve öldüysen tam anlamda ölü olmazsın çünkü evrende senin gelecekte hayatta olduğun bir yörünge zaten mevcuttur. Bu nedenle sen bir “yarı ölü” haline gelirsin. Başka bir deyişle senin varlığın bazı kimselerce bilinir ama diğerlerince bilinmez. Varlığın sadece kaderine etki etmen gerektiğinde bilinebilir. mesela diyelimki sen Google’ın mucitisin.Google bulmadan önceki bir zamana geri döndün diyelim. Ancak sonra bilinmeyen bir nedenden dolayı öldün. bu durumda kader yine Google’ı buldurmanın bir yolunu bulur. Büyük ihtimalle de senin yarı ölü bedenin başka birine görünür ve sen ona Google’2 yaratma konusunda fikir verirsin. Böylece evrene hükmeden tüm olaylar serisi asla değişmez, ama sen teknik olarak ölü olursun.

6)Eğer hiç çocuğun olmadıysa ; geçmişe gidip doğum yapamazsın. kader gerçekte var olmayan yeni bir varlığın geçmişte var olmasına izin vermez.. Kader yönünü düzeltmek için ya anneyi ya bebeği ya da her ikisini öldürür.

2005: Nefretle kabaran düşmanlıkla Ben, Richard ve Jacop 2000 yılına geri gider ve DHARMA’yı ortadan silerler(The purge: temizlik/ tasfiye operasyonu:)). Dünyanın diğer yerlerinde de DHARMA üyeleri (Penny’nin babası gibi) olduğunu farkeden “The others:diğerleri” DHARMA’nın adaya tekrar ulaşmasını engellemek ve onları ortadan kaldırmak için çabucak bişeyler düşünmesi gerekir. Ben geçmişe gitmek ve dış dünyadan gizlenmek için bütün adayı “Time loop: zaman döngüsü” içine sokar. ,bu time loop adayı geçmişte bi zamanda (2000 yılı) askıda bırakır (o yılda tutar). Böylece dışardaki DHARMA çalışanlarının adaya ulaşmasını engellemiş olurlar. Time loop’u başlatan Ben ve Richard adanın diğer yerlilerini toplarlar ve bu kişiler büyüyerek DHARMA!nın karşı gücünü oluştururlar: “The others”.

Bu “time loop”u yaratmak için Ben ve Richard zaman makinesini ARROW istayonundan alıp SWAN istasyonuna götürürler.Mikhailin mühendislik dehasıyla zaman makinasını SWAN istasyonu içinde derinlerde bi yerde çimentoyla kaplarlar. Ayrıca Mikhail zaman makinası ve tüm adayı saran manyetik anomaliyi birlikte hareket ettirmeyi başardı. bu da others’ın tüm adayı geçmiş zamana göndermelerini sağladı! Daha sonra 108 dakikada bir düğmesine basılması gereken bilgisayar sistemini kurdular; ancak bu düğmeye basma işi aslında 108 dakikada bir zaman makinasını aktive ediyordu. Uzun yıllar boyunca her 108 dakikada bir zaman makinasını resetleyerek zamanı durdurmayı başardılar. Malesef bu işin bi dezavantajı; adada zaman duruyor olmasına rağmen dünyanın geri kalanında zamanın hala geçiyor olmasıdır. Bu yüzden ada hala 2000 yılındayken gerçek dünya 2004 yılındadır. Ben’in 3. sezonda Richard’a doğum günlerini ne zaman kutladığımızı hatırlıyormusun cümlesine dikkat edin. Others her 108 dakikada bir zamanı tekrarladıkları ve dolayısıyla yaşlanmadıkları için doğum günlerini kutlamalarının bi anlamı yok.

2000-2000:ADA ZAMANI: Adada zaman sabit kalırken ; şimdi dışarı karşı görünmez olan “diğerleri” zaman yolculuğu üzerindeki testlerini devam ettirebildiler. “Diğerleri” adada yeni bir yaşama başlamak istediler. Ama tek problem neydi? duran zamanla ve yaşlanan rahimlerin zayıf birlikteliğinden dolayı adada üremek/çoğalmak/türünü devam ettirebilmek için bir yol bulmak zorundaydılar. bu yüzden mevcut hamilelik sorununu araştırması için Juliet’i işe aldılar. ayrıca 108 dakikada bir düğmeye bassın diye prestijli bir askeri görevli (Kelvin) de buldular ve ona dünyayı koruduğunu düşündürttüler. Bu arada, Diğer yerliler yaşlanmadan günlerini geçiriyordu (Richard, Ben ve tüm diğerleri buna dahil). Ayrıca 2. adanın 1. adanın manyetik kabarcığının dışında olduğu düşünülüyordu, bu yüzden ana adamızın manyetik kabarcığından ayrılan birisi 2000 yılındaki zaman çizgisinden sonra yaşlanmaya başlıyordu. Z

amanın belli bir noktasında Jacop ölür. Ancak Jacop önceki zaman çizgisinde 2005′ kadar yaşadığından dolayı onun ruhu Ben, Richard ve toplulukla iletişime geçebilmek için hayatta kalır.

2000-2004:ORJİNAL ZAMAN ÇİZGİSİ:

Ada 2000 yılında sıkışıp kalmışken, Lost un bütün karakterleri flashbackler aracılığıyla yaşamları devam ediyor. Biz onların zaman içindeki ilk döngülerinden başlangıç hikayelerini görüyoruz. Kahramanlarımız adadan kurtarıldıklarında, 3. sezonun sonunda Jack’in “flashforward” ında da gördüğümüz gibi yaşamlarının bu zamanını tekrar yaşamaya başlayacaklar.

2000:(Ada Zamanı- 2001 civarı orjinal zaman): Juliet cocuk doğumlarıyla ilgili sorunları incelemek için tutuldu. O gerçekten iyi bir insandı ve kız kardeşine yardım etmek için her şeyi yapardı. Ancak adadaki “time loop”tan haberi yoktu ve Ben onu adada tutmak için onun bu haberdar olmayışından faydalanıyordu.

2000:(ada zamanı-2001 civarı orjinal zaman): Kızının Desmondla birlikte olmasından bıkan Dharma lideri olan Penny’nin babası Desmondu adaya göndermek için akıllıca bi plan tezgahladı. Libby’i ( Dharma için çalışan bir ajan) Desmondu adaya göndermek için tuttu

2004:GERÇEK ZAMAN ÇİZGİSİ: Desmond düğmeye basıp zaman makinasını resetleyip adayı 108 dakika geri göndermediği için Uçak ada üzerinde kaza yapıyor. Düğmeye basılmaması zaman makinasının manyetik balonun güçlerini çalıştırmasını geçici olarak durdurdu thus creating an opening over the island the split second Oceanic 815 flew over. The resulting power of the current flowing through the magnetic field ripped the plane in half. Biz izlyiciler olarak 2 büyük soruyla karşı karşıya kaldık: Desmond’un düğmeye basmamasıyla uçağın düşmesinin aynı anda olması tamamen bir rastlantımı yoksa DHARMA bir grup insanın adayı “time loop”un içinden çıkaracağını bildiğinden kazanın bilerek uçağın adanın üzerinden geçtiği saniyede olmasını mı tezgahladı. bu durum arkadaşlar bizi Lost’un temasına geri götürüyor- uçak kazasına kader mi neden oldu yoksa Dharma bazı karakterleri (sonunda adamızın kahramanı olacak karakterler) özellikle mi devreye soktu? Ya da bu durum hem kaderin hem de DHARMA’nın çalışmalarının bir sonucumuydu?

Uçak kazasından sonra artık kahramanlarımız adada 2000 yılında ve bedenlerini 2000 yılından aldılar. Locke iyileşti çünkü onun geçirdiği kaza henüz olmamıştı (2002 civarında)- Rose’unkiyle aynı.

Maalsef 2004 yılında (orjinal zamanda) uçak eskiden adanın bulunduğu yer olan okyanusun ortasında bi yerde kaza yaptı. Siz şu an 2000 yılında var olan adayı görüyorsunuz ve bu ada muhtemelen 2004den önce yok edildi ve böylece gerçek hayatta 2004′den sonraki insanlara asla görünmeyecek. Bu yüzden Naomi 815 uçağından kurtulanların kazadan sonra okyanusun dibinde bulunduklarını söyledi. Aslına bakarsanız Daha açık olmak gerekirse uçağın kopyası yapıldı. Uçağın bi versiyonu şu an adada 2000 yılında var diğeri de 2004yılında okyanusta kaza yaptı. yani sonuç olarak bizim kahramanlarımıza ne olursa olsun onlar uçağın kaza yaptığı zamana yani 2004′e ulaştıklarında ölecekler!!

2000 ADA ZAMANI: Lostun ilk 2 sezonunun geçtiği zaman. Anbar keşfedildi ve Locke en sonunda düğmeye basmadı ve Desmond anahtarı çevirdi. Bu zaman makinesini imha etti ve adada artık zaman 2000 yılından itibaren ilerlemeye başladı! Şimdi ada gerçek dünyanın 5 yıl gerisinden ilerliyor. Desmond anahtarı çevirdiğinde onun yaşamı gözlerinin önünden geçti. Aslına bakarsanız hayatının bu 5 yılını yeniden yaşamak zorunda kaldı! Adadan kurtarıldıklarını, charlie’nin ölümüne şahit olduğunu sonra yaşamına tekrardan başladığını, , penny ile tanıştıklarını ve sonra adaya yeniden döndüklerini anımsadı- böylece onun yaşam hikayesinin döngsü yaratılmış oldu. Desmond kaderinden kaçamadı. Onun hayatını tekrar yaşamasının tek nedeni onun anahtarı çeviren kişi olmasıdır. Ben iddia ediyorum ki o zaman makinasının tam kalbindeydi ve o alternatif geleceğini diğer kişilerden biraz daha iyi bir şekilde görebiliyordu.Bu da Charlie’nin ölümü ile ilgili flash’ları nasıl görebildiğinin açıklaması. Onun yaşamını tekrardan kaç kez yaşadığını kim bilebilir. O yaşamını her yeniden yaşadığında kahramanlarımızı neyin adadan çıkartmasını sağladığını ve charlie’nin mesajı gönderdiğini gördü.

2007-2010 (eski zaman çizgisi): Oceanic 815′in enkazı en sonunda okyanusun dibinden bulundu. Uçak 2004′de kopya edildiğinden bizim şu an 2 tane zaman çizgimiz var. 1. zaman çizgisinde bizim ölü kahramanlarımızın okyanusun dibinde yatıyor ama yeni zaman çizgisinde kahramanlarımız adada 2001′de bulunuyor. Sezon 4′de biz Oceanic 815!in okyanusun dibindeki görüntülerini görüyoruz (yani orjinal zaman çizgisinin seyrini görüyoruz). DHARMA ve Naomi Okyanusun dibinde herkesin ölü olduğunu doğruladıklarında , zamanda geri dönmek ve adayı bulabilmek için planlarını uygulayabildiler.

2010 (eski zaman çizgisi)/ 2001 (yeni zaman çizgisi): Naomi Dharma tarafından geçmişe geri gönderilmek ve adanın kontrolünü yeniden kazanmak için görevlendirildi. o adaya gitmeden önce bi takım oluşturdu. Onun takımı misyonlarını gerçekleştirmek için DHARMA tarafından özel olarak seçildi çünkü bütün üyeşer Ben’i adadan atmak için kilit rol oynayacaktı. Ayrıca takımın tüm üyeleri Dharma’yı çok iyi tanıdıklarını gösteren bişeyler yapmışlardı. Bu yüzden Dharma’nın bakış açısıyla onlar bi ara ortadan kaldırılmak zorundaydılar.

2001 (ada zamanı/yeni zaman çizgisi): Desmond Charlie’nin “Looking Glass”da kaderini gerçekleştirmesini sağladıktan sonra Jack Naomi’nin telsiziyle irtibat kurabildi. Bu cihaz DHARMA tarafından özel olarak üretilmişti ve Naominin geçmişten gelecekteki DHARMA (2010 yılındaki) ile irtibata geçmesini sağlıyordu. Jack’in bilmediği ise Naominin gelecekten adada Others’ın adayı hangi noktaya kadar ele geçirdiklerini belirlemek için gönderildiğiydi. Kate Naomiye iletişim cihazını (telsizi) geri verdiğinde Naomi o zamanki tarihi girdi böylece DHARMA’nın takımı onun bulunduğu zamana geri gidebilecek ve adaya sızabileceklerdi. Aslına bakarsanız Naominin takımı adadaki zamanın 31 dakikasının içine girmeye çalışıyorlardı. Daniel’in gemideki arkadaşı roketi fırlattığında 31 dakika sonraki gelecekten fırlatıyorlardı.Bu da Daniel’e gösterdi ki adadaki kişilerle gemi arasında gemiye geri dönebilmek için az bi zaman farkı var ( yani adadaki zamanla gemideki zaman birbirine çok yakın). Naominin takımındaki kişiler DHARMA’nın insanlarıydı, mutlu değillerdi ve Ben’in peşindelerdi. Onlar Dharma’nın neden adadan silindiğini öğrenmek istiyorlardı.

2001(yeni zaman çizgisi): Adadaki güç savaşı & hayatta kalanın adadan çıkmasını sağladı (Jack, kate, sayid, Hurley…) DHARMA bunları adadan aldı ve diğerlerini adada bıraktı. ama ne DHARMA ne de BEN onlara adayı 2001 yılında terkettiklerini söylemedi (onlar 2005 de terkettiklerini düşünüyorlardı). Ayrıca hiç bir kazazedenin adayı terketmesi beklenmiyordu bu yüzden DHARMA’nın Oceanic 815′in diğer yolcularının hepsinin öldüğüne dair bi kanıt göstermesi gerekiyordu. ayrıca kurtulan bu 6 kişinin de yaşamlarının son 4 yılını yeniden yaşadıklarını idrak etmesi neredeyse imkansızdı. Onların bakış açısıyla olduğunu düşündükleri şey sadece uzun bir rüyaydı (mesela Hurley’nin lotoyu kazanması gibi). ancak Jack hala onların doğruyu bildiklerini ima ediyor.

2002(yeni zaman çizgisi): Hurley Charlie’nin hayaletiyle karşılaşıyor. Charlie orjinal zaman çizgisinde bir rock şarkıcısı olarak yaşadığından ama şimdi yeni zaman çizgisinde ölü olduğundan hayaleti Hurley’e yarı ölü olarak görünüyor. Ayrıca bi polis memuru Hurley’e Ana lucia’yı soruyor. Polisin bakış açısıyla Hurley ve Ana “815′in değişik versiyonlarında” 2001 yılında kaza yaptılar.

2002(yeni zaman çizgisi): Diğer 6 kişiyle birlikte Ben de adadan çıkmayı başarıyor. Onun da gelecekten (2005 civarından) 2000 yılına zaman yolculuğu yaptığını hatırlayın. Bu yüzden yeni zaman diliminde, 2001′de, kader geri kalan hayatta kalanları hayatta bırakacaktır-en azından 2005′e kadar. Ben şu an dışarda olduğundan yönü/rotayı düzeltmek için Sayid’i kullanıyor. Biz Sayidin tam anlamıyla neden Ben’in seçtiği kişileri vurduğunu bilmiyoruz ancak muhtemel sebep yeni zaman çizgisinin korunması için bu kişilerin ölmesi gerekmektedir. Ben’in amacı DHARMA’yı ele geçirmek ve zaman makinasının kontrolünü yeniden kazanmaktı. Eğer bunu başarırsa tekrar 2000 yılına geri dönecek, adaya gidecek ve “time loop”u yeniden başlatacaktı.(inşallah!:))

2004 (yeni zaman çizgisi): Jack adanın dışında yeni zman çizgisinde 3-4 yıl yaşadı. Jack 22 eylül 2004 de hayatının sona ereceğini biliyordu. Bu yüzden kaderi test etmeye karar verdi. Birinin kendini kurtarıp kurtarmayacağını görmek için köprüden atlamaya karar verdi. Sonra gazetede Sawyer’ın öldüğünü okudu- bu kaderin kendi yolunu izlediğini ve bu 6 kişiyi de yavaş yavaş öldüreceğini kanıtlıyordu.

V for vendetta

Alan Moore’nin çizgi romanından beyazperdeye uyarlanan 2006 yılı başlarında vizyona girmiş enfes bir film. Hem senaryosu hem de oyunculuğuyla “enfes” kelimesini gerçekten de hak eden ve tavsiye edebileceğim bir yapıt olmuş.

Filmin konusu, içerdiği sahneler ve özenle seçilmiş cümleler aklınızdan uzun zaman çıkmayacak. “Remember, remember, the fifth of November” cümleleriyle başlayan film, 400 yıl önce Guy Fawkes tarafından yapılan Barut komplosu adıyla bilinen İngiliz Parlamento binasının havaya uçurulması girişimine atıflarla başlıyor ki kahramanımız V’yi de onun maskesiyle görmekteyiz. Film boyunca altı çizilmesi, üzerinde uzun uzun düşünülmesi ve konuşulması gereken öyle replikler var ki bazen film izlediğinizi dahi unutuyor, olayın geçtiği 2020’li yılları bırakıp günümüz ortamında yansılarını aramadan kendinizi alamıyorsunuz. Aksiyon sahneleri ve müzikleri de filmin başarısı ile aynı oranda başarılı. V for Vendetta İngiliz&Alman ortak yapımı bir film, filmdeki enfes repliklerden zaten Amerikan işi olmadığı hemen belli oluyor, belki de bu nedenle bu film hak ettiği ilgiyi ve yankıyı bulamıyor.

Başroldeki maskenin altında Matrix filmindeki Ajan Smith rolünden dolayı suratını hiçbir zaman unutmayacağımız Hugo Weaving var. Evey rolündeki Natalie Portman’ın aksanıyla ve oyunculuğuyla parmak ısırtıyor, o güzelim saçlarına da üzülmeden edemiyoruz. Başbakan rolündeki John Hurt ise rolünün hakkını çok iyi vermiş, aslında biraz makyajla bu adama Hitler rolü de gidermiş ya konumuz o değil. Sözün özü Wachowski kardeşler çok iyi bir iş çıkarmışlar ortaya, izlememezlik yapmayın.

DOST

Genç adamın biri, Dermiş babasına her gün;
'Benim de dostlarım var, sendeki dost gibi'
Baba, itiraz eder, Olmaz öyle çok dost, hakikisi belki bir, belki iki, Fazlasını bulamazsın gerçek, hakiki...
Devam eder durur konuşma...
Aralarında başlar bir tartışma,
Karar verirler bir sınava,
Dostun hakikisini anlamaya...

Bir akşam bir koyun keserler,
Ve koyarlar çuvala.
Baba der ki oğluna,
'Hadi al bu çuvalı, şimdi götür dostuna'.
Çuvaldan kanlar damlamakta,
Sanki öldürmüşler de bir adamı,
Koymuşlar çuvala,
Dıştan böyle sanılmakta.

Delikanlı sırtlar çuvalı,
Gider en iyi bildiği dostuna, çalar kapıyı.
O dost, bakar ki bir çuvala hem de kanlı,
Kapar hızla kapıyı delikanlının suratına,
Almaz içeri arkadaşını,
Böylece tek tek dolaşır delikanlı,
Kendince tanıdığı, sevdiği dostlarını.
Ne çare, hepsinde de sonuç aynıdır.
Evlat geriye döner. Ama içten yıkılır... Babasına dönerek;
' Haklıymışsın baba ' der.
Dost yokmuş bu dünyada ne sana, ne de bana.
Baba 'hayır Evlat 'der, benim bir dostum var bildiğim.
Hadi, çuvalı alda bir kerede git ona.
Genç adam, çuvalı sırtlar tekrar.
Alnından ter, çuvaldan kanlar damlar...
Gider, baba dostuna. Kabul görür, sevinir.
O dost, delikanlıyı alır hemen içeri.
Geçerler arka bahçeye. Bir çukur kazarlar birlikte,
Çuvaldaki koyunu gömerler adam diye, Üzerine de serpiştirirler toprak. Belli olmasın diye dikerler sarımsak...

Genç adam gelir babasına; 'Baba, işte dost buymuş' diye konuşunca, Babası;
'Daha erken, o belli olmaz daha.
Sen yarın git O'na, çıkart bir kavga,
Atacaksın iki tokat, hiç çekinmeden ona, işte o zaman anlaşılacak, dostun hakikisi.
Sonra gel olanları anlat bana...'

Genç adam, aynen yapar babasının dediğini,
Maksadı anlamaktır dostun hakikisini,
Babasının dostuna istemeden basar iki tokadı!
Der ki tokadı yiyen DOST;

'Git de söyle babana, biz satmayız Sarımsak tarlasını böyle iki tokada'!

Sevilecek biri olmadığın zamanlarda bile Seni Sevmeli...
Sarılacak biri olmadığın zamanlarda bile Sana Sarılmalı...
Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile Sana Dayanmalı...
Dost dediğin; fanatik olmalı;
Bütün dünya seni üzdüğünde
Sana moral vermeli.
Güzel haberler aldığında seninle dans etmeli,
Ve ağladığında, seninle ağlamalı...

Ama hepsinden daha çok;
Dost matematiksel olmali;
Sevinci çarpmalı...
Üzüntüyü bölmeli...
Geçmişi çıkarmalı...
Yarını toplamalıi...
Kalbinin derinliklerindeki ihtiyacı hesaplamalı...
Ve her zaman bütün parçalardan daha büyük olmalı...
İşi bitince seni bir tarafa atmamalı...

AzRaiL

Adamın biri arabasıyla giderken yolda bir yolcu alır arabaya.Adam arka tarafa oturur.Şoför;
-Eee hemşerim kimsin, nereye gidersin?
Yolcu;
-Ben Azrailim. Canını almaya geldim. der.
Şoför alaycı bir tavırla,
-Sen mi Azrailsin?. Yahu senin gibi Azrail olur mu hiç?
Yolcu sakin bir tavırla,
-Sen daha önce Azrail gördün mü de tarif ediyorsun? ve ekler yolcu:
-İnanmadın bana öyle mi?
Şöför;
-İnanmadım tabii.
Yolcu;
-O zaman 200 metre ileride bir adam daha alacaksın der.
Gerçekten de adamın dediği gibi şöför 200 metre ilerde bir yolcu daha alır. Ama yolcu ön tarafa oturur. Olaylar bundan sonra daha da enteresanlaşır. Şoför yanındakine:
- Ee sen kimsin nereye gidersin ?....
Öndeki;
* Abi beni merkezde bir yerde indirirsen çok sevinirim adım Mustafa der.
Şoför;
-Yav şu arkadaki adam bana Azrailim diyor görüyor musun şu herifi. Hem iyilik ediyoruz hem de dalga geçiyor zibidi....
Öndeki arkaya bakar ve şaşkın bir ifadeyle önüne döner....
*Abi arkada kimse yok ki.....
Şoför hışımla arkaya bakar ve:
-Kör müsün be..!! adam arkada oturuyor ya.!
Öndeki arkaya bir daha bakar ve;
*Abi senin kafan iyi mi yoksa dalga mı geçiyorsun?? der..
Bu sefer arkadaki söze girer....
-Gördün mü? Öndeki beni ne duyabilir ne de görebilir..!!
Şoförün bir anda dizlerinin bağı çözülür, beti benizi atar...Arkadaki, şoföre;
-Hadi der arabayı kenara çek, 2 rekat namaz kıl canını alacağım.....
Şoför ağlamaklı çaresiz bir şekilde arabayı kenara çeker ve iner arabadan.....

Sonra....

Sonra ne olmuş biliyor musunuz?????

Adamlar arabayı aldığı gibi kaçmışlar...:)) :))

Yazan: Pınar Ezgi TÖZÜM

%10-%90

Ailenizle kahvaltı yapıyorsunuz. Kızınız, kahve fincanına çarpıyor ve bir fincan kahve gömleğinizin üzerine dökülüyor. Biraz önce olan olay üzerinde hiç bir kontrolünüz yok. Sonradan olacaklar ise sizin davranışınıza göre belirlenecek. Lanet ediyorsunuz. Kahveyi üzerinize döktüğü için kaba bir şekilde kızınızı azarlıyorsunuz. Kızınız üzülüyor ve ağlamaya başlıyor. Kızınızı azarladıktan sonra eşinize dönüyor ve kahve fincanını masanın kenarına çok yakın koyduğu için eleştiriyorsunuz. Bunu kısa bir sözlü tartışma takip ediyor. Öfkeyle üst kata çıkıyor ve gömleğinizi değiştiriyorsunuz. Aşağıya indiğinizde kızınızı, ağlamaktan dolayı kahvaltısını bitirememiş ve okul için hazırlanamamış bir halde buluyorsunuz. Kızınız otobüsü kaçırıyor. eşinizin işe gitmek için hemen çıkması gerekiyor. Hemen aceleyle arabanıza koşuyorsunuz ve kızınızı okula bırakmak üzere hareket ediyorsunuz. Geç kaldığınız için, saatte 40 km hız sınırlaması olmasına rağmen saatte 70 km hızla gidiyorsunuz. 15 dakikalık gecikmeden ve hız limitini aştığınız için ödediğiniz 60.000.000 tl trafik cezasından sonra okula ulaşıyorsunuz. Kızınız size “hoşçakal” demeden binaya koşuyor. Ofise 20 dakika gecikmeyle geliyorsunuz ve evrak çantasını evde unuttuğunuzu anlıyorsunuz. Gününüz korkunç bir şekilde başladı! Devam ettikçe, kötüleşiyor, daha da kötüleşiyor sanıyorsunuz. Eve gitmeyi dört gözle bekliyorsunuz. Eve ulaştığınızda eşiniz ve kızınızla olan ilişkilerinizde araya sıkıştığınızı sanıyorsunuz. Neden? Sabahleyin nasıl tepki verdiğinize bağlı olarak! Neden kötü birgün geçirdiniz?

a) Kahve sebep oldu.
b) Kızınız sebep oldu.
c) Polis sebep oldu.
d) Siz sebep oldunuz.

Cevap “d” şıkkı. Kahvenin dökülmesinde sizin bir kontrolünüz yoktu. Sizin gününüzün kötü geçmesine o 5 saniye içindeki davranışlarınız sebep oldu. Olabilecek ve olması gereken ise şöyleydi. Üzerinize kahve sıçradı. Kızınız ağlamak üzere. Siz nazikçe “Tamam tatlım, bir dahaki sefere biraz daha dikkatli olman gerek” diyorsunuz. Havluyu kaptığınız gibi üst kata çıkıyorsunuz. Gömleğinizi değiştirip,evrak çantasını aldıktan sonra aşağıya iniyorsunuz ve aynı anda pencereden kızınızın otobüse bindiğini görüyorsunuz. Kızınız geri dönüp el sallıyor. Siz ve eşiniz ise gitmek için birlikte çıkmadan önce öpüşüyorsunuz. 5 dakika önce işe geliyorsunuz ve çalışma arkadaşlarınıza neşeli bir şekilde selam veriyorsunuz. Patronunuz ne kadar güzel bir günde olduğunuz hakkında konuşuyor.

Farka bakın! İki farklı senaryo. İkisi de aynı başladı. İkisi de farklı bitti. neden? 90-10 sırrı inanılmazdır! Çok azımız bunun farkındadır.

Sonuç?

Pek çok insan gereksiz yere stresten, dertlerden, problemlerden ve baş ağrısından acı çekmektedir.

Bu sır nedir? Hayatın %10’u, sizin başınıza gelenlerden oluşur. Hayatın diğer %90’ına ise sizin bu başınıza gelenlere nasıl davrandığınızla karar verilir.İnsanlar anlamsız şeyler söyler ve yaparlar. İnsanlar hasta olurlar. Arabalar bozulurlar. Uçaklar geç kalır ve bütün planlarımızı alt üst ederler. Trafikte bir sürücü canımızı sıkabilir v.s. Bu %10’luk kısım tamamen bizim kontrolümüz dışında gerçekleşir. Diğer %90’lık kısım farklıdır. Diğer %90’lık kısmı siz belirlersiniz.

Nasıl?

Olaylara yaklaşımınızla! Nasıl tepki verdiğinize bağlı olarak. Gerçekten olanların %10’unda hiç bir kontrolünüz yok. Diğer %90’ı ise sizin tepkinizle belirlenir.

Yazan: Pınar Ezgi TÖZÜM